16 Ocak 2012 Pazartesi

Kürtler ve Soykırım

Bir Kürt ve bir Türk idama mahkum edilir. Hani adettendir ya idam mahkumlarına son istekleri sorulur. Burada pek de alışık olmadığımız bir durum yaşanır ve Türk önceliği Kürt’e verir. Kürt “son defa annemi görmek isterim”, der. Sıra Türk’e geçer. Türk gayet kendinden emin Kürt’e döner ve şöyle der: “bu annesini görmesin”.
Halk arasında sıklıkla anlatılan bu fıkrayı, eminim pek çoğunuz biliyordur.
Kendi aramızda anlatır, güler geçerdik. Komik olduğu için mi gülerdik? Yoksa acı bir gerçeği yansıttığı için mi? Bilinmez, ama genel kanı maalesef bu!
 
Bir de bu fıkranın ‘dualarla’, ‘yakarışlarla’ desteklendiği durumlar var.  Geçenlerde medyaya düşen o vahim görüntülerde olduğu gibi;
 “Allah’ım, sen onların altlarını üstlerine getir. Birliklerini boz. Evlerine ateş sal, feryad-ı figan sal.  Köklerini kurut ve işlerini bitir.”
Fethullah Gülen’in kardeş(!) halk Kürtler hakkındaki temennilerini müritlerinin -komedi dizilerinin gülme efektine benzer- “Amin” efektleri ile izledik.
Bu bir fıkra değildi ve komik hiç değildi. Acıdan öte korkutucuydu ve daha korkuncu şuydu: bunlar bir azınlığın fikirleri değildi; büyük bir topluluğa sahip bir cemaatin resmi söylemleri idi.

Kök kurutmak! Kürtlerin köklerini kurutmak, yani “soylarını kırmak” toplu dualar içinde geçer olmuştu. Peki bugün Kürtlere gerçekten soykırım mı uygulanıyordu? Bunun cevabını “soykırım” tanımı üzerinden vermeye çalışalım.

Birleşmiş Milletler soykırımı şöyle tanımlamış “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi”.   

Gönüllü asimilasyonu kabul etmiş grubu dışarıda bırakarak, Kürtlerin yaşadıklarını yukarıdaki tanımı temel alarak analiz edelim.

“Grubun üyelerinin öldürülmesi”:
Dersim’i, Zilan’ı, Roboski’yi, mağaralarda kimyasallarla öldürülen gençleri, Uğurları, Ceylanları ve onlarca Kürt çocuğunu, faili meçhul cinayetleri ve askerde “intihar eden” Kürtleri hatırlayın ve Devletin, failleri ısrarla korumasını ve ortaya çıkarmamasını,

“Grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel hasar verilmesi”
Hasta tutuklular, tedavi hakları ellerinden alınanlar, işkence mağdurları, gözaltında şiddet görenler, tecavüzler, çalıştıkları şehirlerden sürülen Kürtler ve bunların medyada ‘hassasiyet’ olarak adlandırılması ve psikolojik yıpratma stratejileri,

“Grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması
Zorunlu göçler,  Kürt illerinin mayınlarla çevrilmesi, üniformalılar ile adeta açık cezaevlerine dönüştürülen yerleşim alanları ve gözaltına alımların her gün aralıksız sürmesi, ayrıca “terör” bahanesiyle ticaretin, turizmin, yatırımın önlenmesi ve kaçakçılığa itilen halkın katliam sonrasında geçiminin “kaçakçılık önlemi” gerekçesiyle tümden engellenmesi,

“Grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması”
Kürt kızlarına burs veren bazı vakıfların; “burs süresince annen doğum yapmayacak” diye sözleşmeler imzalatması, Başbakanın her fırsatta “en az üç çocuk” hatırlatmalarının yanında ülkenin en saygın üniversitelerinden birinde, hem de Hukuk Fakültesinde İnsan Hakları Dersi veren Anıl Çeçen’in “Kürtlere doğum kontrolü yapılsın” önerisi,

Çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi”
Dersim’in kayıp kızları ve onun travmasının yanında, taş ve/ya molotof atan çocukların ailelerinden alınacağı ve “sevgi evleri” adı altında devlet eliyle büyütüleceği yasaları hatırlayın.

Sözün özü, Türkiye’de on yıllardır sistemli bir şekilde Kürtlere karşı uygulanan yaklaşımlar gittikçe soykırıma dönüşmüştür ve buna “dur” demenin tam da zamanıdır. Bu katliama ortak olmayın!

Diren Dirokyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder