20 Nisan 2012 Cuma

Ehmedê Xanî'nin kabul olmayan duası

Ehmedê Xanî'nin yavrusu Mem û Zin için duası:

"..Ricam şudur hal sahiplerinden:
Kötülemesinler bu yavruyu.
Bu meyve sulu olmasa bile,
Kürtçedir, o kadarı yeter.
Nazenin değilse bile bu yavru,
Turfandadır, bana çok tatlı gelir.
Bu meyve çok lezzetli olmasa bile,
Bu yavru benim için çok azizdir.
Sevimlidir o, elbiseleri ve küpeleri
Benim mallarımdır, emanet değil.
Sözcükler, anlamlar, deyimler,
Şiir yapısı, cümle kuruluşu ve işaretler,
Konular, amaçlar, hikayeler.
İşaretler hayat hikayeleri ve düşünceler,
Üslûp, sıfatlar, mâna ve kelimeler:
Bunların hiçbirini asla ödünç almadık.
Bunların hepsi fikrimin ürünleri.
Hepsi el değmedik gelinlik kızlardır.
Allahım! Sapık kimselerin eline verme
Bu nazlı, gönül kapan güzeli.
İrfan sahiplerinden umarım ki;
Hiçbir yanlışlığımı çıkarmayacaklar,
Teşni etmeyecekler; hamiyetli insanlar gibi
Düzeltecekler kusurlarımı.
Kemal sahipleri kusurları perdeler,
Kin sahipleri ise coşkundur.
Sır sahiplerinden umudum şudur ki:
Alay etmeyecekler benimle
Ben gezgin satıcıyım, cevher satıcısı değil,
Kendi kendime yetişmişim, yetiştirilmiş değil.
Ben Kürdüm, dağlıyım, kenardanım,
Derlediğim şu birkaç sözü,
İyiliklerinden, lütuflarından imzalasınlar,
Ve dinlesinler insan kulağıyla.
Garaz sahipleri de dinlesinler,
Varsa kusurlarım örtsünler.
Ozanın yüzü suyunu dökmesinler.
Yanlışlıklara ve unutkanlıklara şaşmasınlar.
Hamiyet için doğruya yorumlasınlar"*



Eyvah ki ne eyvah! Ehmedê Xanî'nin gözbebeği devletin elinde maskara olmuş, Kürt düşmanlarınca dizilere dökülmüş. Ehmedê Xanî Türkçe, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen "el demesin 'Kürtler, irfansız asılsız ve temelsizdirler, çeşitli milletler kitap sahibidir, sadece Kürtler nasipsizdirler'" diyerek "inci gibi Kürt dili" ile yazdığı eserini Kürde ve Kürt diline hakaret eden adamlar dizilere çekmiş, paramparça etmiş Xanî'nin yavrusunu..Demeyin Ehmedê Xanî'ye demeyin bunu..

*Metni Türkçeye çeviren: M.E.Bozarslan


Diren Dirokyan

15 Mart 2012 Perşembe

Bavullar, Kırmızı Domatesler ve Halepçe


Ben küçüktüm diye yazıya başlayacaktım ama o coğrafyada çocukların hiç küçük ol(a)madıkları, hep erken büyüdükleri aklıma geldi. Sustum…Hatırladıklarım belki 80`lerin sonuydu, belki de 30´ların sonu, kim bilir belki de 90´larin ortası, sonuçta hafızamda yer açmışım katliamlara.
Daha yeniydi aslında bizim bizden bir farkımız olduğunu öğrenmem. Kimimiz soydaştık ve garptan geliyorduk, devlet dairesinde bir iş umuduyla, kimimiz mülteciydik şarktan gelmiştik. Hiç bir dur ihtarı durduramamıştı mayınlı arazileri aşmamızı, oysa ne kadar tezat duruyordu “Ölümden kaçarken, mayınlı arazilerden geçmek”. Mademki mülteciydik o zaman zehirli ekmeklerle öldürülebilirdik kamplarda. Ne de olsa yoktu bizim bizden bir farkımız, mademki şarklıyız o halde mülteciyiz. Zaten kaderi değil mi şarklıların hep mülteci olmak?
Kamyonlar geçiyordu, kamyonlar gece geçiyordu, kamyonlar herkesler uykudayken geçiyordu. Kamyonlar kamplara mülteci taşıyordu. Kürtler kamyon kasalarında Ordu’ya fındık toplamaya gider gibi daha güvenli alanlara, ekmekle zehirlenmek için taşınıyordu. Kaderi zorbalar tarafından yazılmış olanlar, kedere ortak olmak için geceleri nöbet tutmaya, yollara barikatlar yapmaya başlamıştı, kamyonlara bir iki parça bir şey atmak için.
Sonra o kadar çok oldular ki artık geceler yetmiyordu, kamyonlar gündüz geçiyordu, yeniden barikatlar kuruluyordu herkes kendince bir bavul (80´lerin sonunda Cizre’de bavulun yerini un çuvalı tutardı ki hala öyle) hazırlıyordu. Bavullar yol kenarındaki bakkallardan rastgele kamyonlara atılıyordu. O günlerde henüz kahraman bakkal süpermarketlere karşı savaşmıyordu ama en çok bavulu atan bizim küçük dünyamızın kahramanıydı işte.
Biz çocuklar anlam veremiyorduk olanlara, bazen kavga bile ediyorduk en sevdiğimiz (ve hiç giyemediğimiz) gömleğimiz o bavullara konulmuş diye -ki aslında bavullara daha çok çocuk elbisesi konuluyordu-. Bilmiyorum onlar mı öyle istiyordu yoksa bizimkiler mi her şeye rağmen çocukları güldürmeyi hedefliyordu?
Biz o bavulları atıyorduk atmasına, nedendir biliyorum! O kamyonlardakilerin seyyar satıcı tezgâhlarındaki kırmızı domateslere olan bakışları donmuş yüreğimde. Ne çok kızardım içten içe domatesleri satan amcaya, niye atmıyor domateslerini kamyonlardakilere diye. Hani nerden bileceksin onun da Halepçe’si kendi içindeymiş.
Biz mi çok tecrübesizdik?
İnsan bilemiyor ki, sürgün yolundaki kamyonlara ne atacağını?

roj yasin 

14 Şubat 2012 Salı

DİKKAT HASSASİYET ÖLDÜRÜR!





İlk harita saldıran/öldürmeye yeltenen Türk faşistlerini, ikinci harita Türk Devletince öldürülüp topluca gömülen Kürtleri gösteriyor.
Bölünmek mi? Haşaaa, sadece hassasiyet!!


Diren Dirokyan

LİNKLER:
Erzurum'da Kürt işçilere saldırı 

26 Ocak 2012 Perşembe

KÜRT COĞRAFYASI: Altından Kürt Kemikleri Çıkan Coğrafya

Mecliste BDP milletvekillerinin sözlerinin kesilmesi artık rutin bir olay haline geldi.  Çeşitli keyfi bahanelerle bu tarz durumlara sıklıkla tanık oluyoruz. Son olay şu: BDP Muş Milletvekili Demir Çelik cümleye “Kürtlerin yaşadığı coğrafya yani Kürt coğrafyası” ile başlar başlamaz TBMM Başkanvekili Sadık Yakut dürtülmüşçesine celallendi ve 56 yıldır coğrafi, hukuki ve siyasal alanda ne biriktirdiyse iki cümleyle ortaya döktü: “Yalnızca Türkiye coğrafyası var ve 7 bölgeye ayrılmıştır. Her çıkan konuşmacı çıkıyor buraya, ırkçılık yapıyor, insan hakları suçu işliyor”.1 Daha sonra söz alan Sırrı Sakık ise milletvekillerinin çoğunda kalp aritmisine yol açması muhtemel o sihirli sözcüğü kullandı “Kürdistan”. Sadık Yakut’un tanımına göre Sırrı Sakık bir insan hakları suçu mu işledi?
Yakut’un dediği gibi Türkiye coğrafyası Haziran 1941’de2 Ankara’da düzenlenen Coğrafya Kongresi tarafından yedi bölgeye ayrılmıştı ama bir sorun bakalım niye ayrılmıştı?
Madde madde yazıyorum:3
-          Türkiye coğrafyasını daha iyi öğrenmek ve öğretmek
-          Yabancı bölge isimlerini Türkçeleştirmek
-          Tarihi ayrıma dayalı olan bölge sınırlarını coğrafi özellikleri dikkate alarak yeniden düzenlemek
-          Bölge özelliklerini daha iyi analiz ederek ekonomik ve sosyal gelişmeyi hızlandırmak
-          Bölge ayırımında uluslararası coğrafi standartlardan yararlanmak ve günün şartlarına uygun hale getirmek
-          Farklı kriterlere göre oluşturulmuş ve karışıklığa yol açan bölge ayırımını ortadan kaldırmak
-          Yönetim işlerini kolaylaştırmak ve sorunların daha çabuk çözülmesini sağlamak
‘Asimilasyon’ ve ‘Türkleştirme/Türkçeleştirme’ sözcüklerinin anlamını bilenlerin beyinlerinde çoktan ikaz ışıkları yanıp sönmeye başlamıştır bile. Ama biz yine de geri kalanlarla tarihsel bir yolculuğa çıkalım.
Tarih kitapları 12.yy’da yaşayan Selçuklu Sultanı Sencer’in Kürtlerin yaşadığı coğrafya için “Kürdistan” adını kullanıldığını söyler.4 Daha öncesinde çeşitli kaynaklarda ve farklı dillerde bu anlama gelen ifadeler (gordyen, korduen, erdu’l ekrad12 gibi)  kullanılmışsa da Sultan Sencer’in  Selçuklusu’ndan daha öteye gitmek hiç değilse bu yazı için şart değil.
Selçuklulardan sonra Osmanlı Devletinde ve hatta Türkiye Cumhuriyeti’nde kullanılan “Kürdistan”, 1925 yılında Maarif Vekaleti’nin  "Türk Birliğini Parçalamaya Çalışan Cereyanlar" üzerine yayınladığı “Kürt, Laz, Çerkez, Kürdistan, Lazistan adlarının kullanılmaması, bu konularda mücadele edilmesi” konulu bir bildirisi ile aniden kesilmiştir.5
1921 anayasasında yer alan “Türkiye Cumhuriyeti ve Kürt Özerkliği”’nin yerini “Türk Birliği” gibi tekçi ifadelere bırakması, kuşkusuz tesadüf değildir. Bu tarihten sonra, Türk kaynaklarında bin yıldır “Kürdistan” diye anılan coğrafya aniden “Şark” olarak adlandırılmaya başlanır. Ve buna bağlı olarak Kuzeyli Kürtler de artık “kendini kürt sananlar”a dönüşmüştür.6 1941’de  “Şark”taki insanlara Kürt oldukları unutturulamadığından ve Şark kavramının Kürdistan’ı ikame etmesinden olsa gerek, Kürdistan’ın kuzeyi yedi coğrafik bölgeden ikisinde “doğu” ve “güneydoğu”da vücut bulmuştur.
1941 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında, Dersim’in acısı halen dinmemişken, bir ülkeyi bölgelere ayırmanın, hem de buna 15 gün gibi kısa bir sürede karar verilmesinin hevesle girişilmiş bir asimilasyon denemesi dışında ne gibi bir aciliyeti olabilir?
Bu yeni sisteme göre “tehlikeli bölgeler” kontrol altında tutulabilecek, “zorunlu göçler” daha planlı olacak ve asimilasyon daha sistemli gerçekleşebilecektir. Bu sistemin işe yaramadığını iddia edemeyeceğimiz gibi, Türkiye Cumhuriyetinin asıl korkusu olan isyan ve direnişlerin yok olmadığını hatta güçlenerek büyüdüğünü görmek de zor olmayacaktır.
Peki, tüm bu bilgiler bizi nereye götürüyor? Yakut’un “Sadece 7 bölgeli Türkiye coğrafyası var, ırkçılık yapıyorsunuz” cümlesindeki ırkçılığın o bölgelere ayırma ile bizzat Türkiye Cumhuriyeti’nce yapıldığı gerçeğine götürüyor. Tek partili dönemde Fırat’ın doğusunda merkezden atanan parti müfettişleri, umumi müfettişler ve vali dışında kimsenin inceleme ve araştırma yapmasına izin verilmediği gerçeğine ve söz konusu raporlar ile binlerce Kürt’e “asayiş” maskesi altında zulüm, ölüm ve zindan acıları yaşatıldığı rezaletine götürüyor.7 Yani, “Kürdistan yerine, Kürt Coğrafyası yerine ne kullansam” sancısı bizi tam da Yakut’un bahsettiği ırkçılık ve insan hakları suçlarına götürüyor.
Kaldı ki 15 günde art niyetlerle alınan bu kategorizasyon kararı akademik camiada başarısız ve tutarsız bulunmuş, birçok eleştiriye maruz kalmıştır.8,9,10  
Bu eleştiriler ışığında ve Avrupa Birliği’ne uyum süreci göz önüne alınarak Türkiye artık İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırmasına göre 12 bölgeye ayrılmış ve bu bağlamda Kalkınma Ajansları kurulmuştur.11  Demek ki coğrafi açıdan da Sayın Yakut’un bilgilerini güncellemesi ve bilhassa Kürt Coğrafyası hakkında tarih bilgilerini tümden yenilemesi gerekmektedir.  
Dip Not: Kürdistan/Kürt Coğrafyası mevzubahis olduğunda yeni ağda yaptırmışçasına hassaslaşan beyinlerin  “Trakya” adını duyduğunda herhangi bir alerjik reaksiyon göstermediği binlerce ırkçı üzerinde yapılan klinik deneyler ile ispatlanmıştır.


Diren Dirokyan

1.      19.01.12 tarihinde “cumhurbaşkanı seçim kanunu tasarısı” konulu görüşme
2.      Birinci Türk Coğrafya Kongresi, 6-21 Haziran 1941
3.      Milli Eğitim Bakanlığı Kitapları. Mekansal Bir Sentez: Türkiye. 4.Bölüm. Coğrafi bölgelerin oluşturulması. http://egitek.meb.gov.tr/aok/Aok_Kitaplar/AolKitaplar/Cografya_7/4.pdf
4.      Bazil Nikitin “Kürtler” Sosyolojik Tarih ve İnceleme. Cilt 1.
6.      Can Dündar, Rıdvan Akar. Ecevit ve Gizli Arşivi (İsmet İnönü’nün Şark Raporları bölümü) İmge Kitabevi Yayınları, 2008.
7.      Tarık Ziya Ekinci. “Doğu Kalkınması Bir Aldatmacadır” www.minidev.com/public/page.aspx?id=162
8.      Ali Özçağlar. “Türkiye’de yapılan bölge ayrımları ve bölge planlama üzerindeki etkileri” Coğrafi Bilimler Dergisi, 2003, 1(1),3-18.
10.  Barış Taş.  “AB uyum sürecinde türkiye için yeni bir bölge kavramı: İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması” Sosyal Bilimler Dergisi.185-198.
11.  www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=4077&tb_id=9
12. Kaşgarlı Mahmut'un 1074'te yaptırdığı haritada "Kürtlerin Memleketi" anlamında yer almaktadır.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Kürtler ve Soykırım

Bir Kürt ve bir Türk idama mahkum edilir. Hani adettendir ya idam mahkumlarına son istekleri sorulur. Burada pek de alışık olmadığımız bir durum yaşanır ve Türk önceliği Kürt’e verir. Kürt “son defa annemi görmek isterim”, der. Sıra Türk’e geçer. Türk gayet kendinden emin Kürt’e döner ve şöyle der: “bu annesini görmesin”.
Halk arasında sıklıkla anlatılan bu fıkrayı, eminim pek çoğunuz biliyordur.
Kendi aramızda anlatır, güler geçerdik. Komik olduğu için mi gülerdik? Yoksa acı bir gerçeği yansıttığı için mi? Bilinmez, ama genel kanı maalesef bu!
 
Bir de bu fıkranın ‘dualarla’, ‘yakarışlarla’ desteklendiği durumlar var.  Geçenlerde medyaya düşen o vahim görüntülerde olduğu gibi;
 “Allah’ım, sen onların altlarını üstlerine getir. Birliklerini boz. Evlerine ateş sal, feryad-ı figan sal.  Köklerini kurut ve işlerini bitir.”
Fethullah Gülen’in kardeş(!) halk Kürtler hakkındaki temennilerini müritlerinin -komedi dizilerinin gülme efektine benzer- “Amin” efektleri ile izledik.
Bu bir fıkra değildi ve komik hiç değildi. Acıdan öte korkutucuydu ve daha korkuncu şuydu: bunlar bir azınlığın fikirleri değildi; büyük bir topluluğa sahip bir cemaatin resmi söylemleri idi.

Kök kurutmak! Kürtlerin köklerini kurutmak, yani “soylarını kırmak” toplu dualar içinde geçer olmuştu. Peki bugün Kürtlere gerçekten soykırım mı uygulanıyordu? Bunun cevabını “soykırım” tanımı üzerinden vermeye çalışalım.

Birleşmiş Milletler soykırımı şöyle tanımlamış “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi”.   

Gönüllü asimilasyonu kabul etmiş grubu dışarıda bırakarak, Kürtlerin yaşadıklarını yukarıdaki tanımı temel alarak analiz edelim.

“Grubun üyelerinin öldürülmesi”:
Dersim’i, Zilan’ı, Roboski’yi, mağaralarda kimyasallarla öldürülen gençleri, Uğurları, Ceylanları ve onlarca Kürt çocuğunu, faili meçhul cinayetleri ve askerde “intihar eden” Kürtleri hatırlayın ve Devletin, failleri ısrarla korumasını ve ortaya çıkarmamasını,

“Grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel hasar verilmesi”
Hasta tutuklular, tedavi hakları ellerinden alınanlar, işkence mağdurları, gözaltında şiddet görenler, tecavüzler, çalıştıkları şehirlerden sürülen Kürtler ve bunların medyada ‘hassasiyet’ olarak adlandırılması ve psikolojik yıpratma stratejileri,

“Grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması
Zorunlu göçler,  Kürt illerinin mayınlarla çevrilmesi, üniformalılar ile adeta açık cezaevlerine dönüştürülen yerleşim alanları ve gözaltına alımların her gün aralıksız sürmesi, ayrıca “terör” bahanesiyle ticaretin, turizmin, yatırımın önlenmesi ve kaçakçılığa itilen halkın katliam sonrasında geçiminin “kaçakçılık önlemi” gerekçesiyle tümden engellenmesi,

“Grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması”
Kürt kızlarına burs veren bazı vakıfların; “burs süresince annen doğum yapmayacak” diye sözleşmeler imzalatması, Başbakanın her fırsatta “en az üç çocuk” hatırlatmalarının yanında ülkenin en saygın üniversitelerinden birinde, hem de Hukuk Fakültesinde İnsan Hakları Dersi veren Anıl Çeçen’in “Kürtlere doğum kontrolü yapılsın” önerisi,

Çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi”
Dersim’in kayıp kızları ve onun travmasının yanında, taş ve/ya molotof atan çocukların ailelerinden alınacağı ve “sevgi evleri” adı altında devlet eliyle büyütüleceği yasaları hatırlayın.

Sözün özü, Türkiye’de on yıllardır sistemli bir şekilde Kürtlere karşı uygulanan yaklaşımlar gittikçe soykırıma dönüşmüştür ve buna “dur” demenin tam da zamanıdır. Bu katliama ortak olmayın!

Diren Dirokyan